Normal
0
21
false
false
false
MicrosoftInternetExplorer4
Vaktiyle bir oduncunun
Hayri adlı bir oğlu ile Jale adlı bir kızı vardı. Çocuklar her gün ormanda
oynuyorlardı. Babaları fazla uzağa gitmemelerini öğütlemişti onlara. Hayri cin
gibi akıllı bir çocuktu; kardeşi ile birlikte geçtikleri yollara çakıl taşları
atar, dönüşlerinde evlerinin yolunu kolayca bulurlardı.
Yine bir gün evlerinden
ayrıldılar. Hayri yollara bu kez çakıl taşları yerine ekmek içi attı. Çocuklar
uzun zaman yürüdüler ve birdenbire bir kuşla karşılaştılar; kuşun her renkten
ve parlak tüyleri vardı. Konduğu yerde duruyor, çocukları bekliyordu sanki.
Jale ile Hayri bu kuşa doğru koştular. Ama.çocuklar koşup onu yakalayacaklarını
sandıkça, kuş uçuyor, biraz daha ileriye konuyordu. Jale kardeşine:
"Vazgeçelim artık, yorulduk. Hem baksana iki saattir bir türlü yakalayamadık,"
dedi. Hayri onun sözünü dinlemedi, kuşu izledi. Böylece, ormanın ta ortalarına
kadar varmışlardı ki, kuş birden havalandı, gözden kayboldu.
Çocuklar geri dönmek
istediler. Hayri, gelirken yola attığı ekmek kırıntılarını aradı; bir tanesini
bile bulamadı. Kuşlar bunları yemişler, yok etmişlerdi.
Jale kardeşine:
— Şimdi ne yapacağız? Bir
daha evimizin yolunu bulamayız. Babamız bu kadar uzağa gitmememizi öğütlemişti.
Ne ettik de buralara kadar geldik? dedi.
Hayri Jale'ye:
— Korkma Jale, Bir kolayını
buluruz elbet. Bak hava kararıyor, çok da yorgunuz. Bir
yerde yatıp sabah olmasını bekliyelim. Sabahleyin yolumuzu daha kolay buluruz.
iki kardeş, koyun koyuna
bir ağacın dibine uzandılar. Bütün gece derin bir uykuya daldılar. Hatta
evlerindeki yataklarında yatıyorlarmış gibi rüya bile gördüler.
Ertesi sabah, nerede
bulunduklarından habersiz, erkenden uyandılar. Gözlerini oğuşturdular. Etrafa
bakınca, ormanda kaybolduklarını anımsadılar. Çok acıkmışlardı; yiyecek
birşeyler aradılar. Yabani bir meyva bile bulamadılar. Hayri birdenbire
bağırdı:
— Bak Jale. Bir ev
görüyorum: Küçücük ve ne güzel ev. Oraya gidelim, yiyecek birşey istiyelim,
dedi.
El ele tutuşarak, eve
doğru yöneldiler. Yaklaştıkları zaman, evin pastadan ve billur şekerinden
yapılmış olduğunu farkettiler. Evin bahçesi, çeşitli şeker ve tatlılarla dolu
idi. O kadar acıkmışlardı ki, hemen diz çöktüler ve bunların bazılarından
yemeye başladılar.
— Pasta Ev'den de bir
parça yemeyi çok isterdim, dedi Jale.
Hayri evden iki parça
kopardı. Birini kendisi yedi, birini de, Jale'ye verdi. Bu sırada evin kapısı
açıldı, içerden ihtiyar bir kadın çıktı. Bu, bir cadı idi; pek cana yakın ve
iyi kalpli görünüyordu. Çocukları içeri aldı, onlara dondurma ve pastalar
sundu, yatıp dinlenmeleri için de küçük yatak gösterdi. Hayri ile Jale,
karınlarını iyice doyurduktan sonra yattılar. Çocuklar uyurken, cadı onları
dikkatle süzdü ve yiyeceğini düşünerek sevindi.
Küçükler uyanır uyanmaz,
cadı Hayri'yi büyük bir kafese hapsetti ve Jale'ye dedi ki:
— İlk önce onu yiyeceğim.
Sen de ona yemek hazırlıyacaksın. Yesin de şişmanlasın, tombul tombul olsun.
Böylece hergün Hayri en
iyi yiyeceklerle beslenirken, Jale'ye yalnızca kuru ekmek ve su veriliyordu.
Evin bütün işini de o yapıyordu; evi silip süpürüyor, kardeşinin yemeklerini
hazırlıyor, gidip bir hayli uzak kuyudan su çekiyor ve kendisi kadar ağır bir
kova ile su taşıyordu. Akşam olunca, yorgunluktan halsiz ve baygın düşüyordu.
Ama çok yürekliydi.
Hergün kardeşine bütün bunların düzeleceğini, bu cadının elinden kurtulmak için
bir yol bulacaklannı tekrar tekrar
söylüyordu. Cadı ise, Hayri'yi yemek irin iyice beslenmesini ve tombullaşmasını
sabırsızlıkla bekliyord Çocuklara umut veren bir şey vardı: Cadının gözleri iyi
görmü yordu. Bunun için, Hayri'nin şişmanlayıp şişmanlamadığım
göremiyordu.
Hergün Hayri'den bir
parmağını uzatmasını istiyor, Hayri de parmağının yerine cadıya bir piliç
kemiği uzatıyordu. Parmak yerine piliç kemiğini yoklayan cadı, Hayri'nin günden
güne zayıfladığı sonucuna varıyordu. Bir gün, daha fazla sabrı kalmadığını ve
bu haliyle de olsa onu kızartıp yiyeceğini bildirdi.
O gün, zavallı Jale
ormandan odun bulup getirmek zorunda kaldı. Bulduğu kuru ağaç dallarını kucak
kucak eve taşıdı. Ama cadı bunları az buldu. Onu odun toplamaya tekrar
gönderdi. Bu, Jale için çok üzücü bir işti. Çünkü kardeşini pişirmek için,
cadının bu odunlarla fırını kızdıracağını biliyordu.
Bilemezsiniz ne kadar
ağladı: Ormanda odun toplarken, üzüntüden gözyaşları yanaklarından durmadan
boncuk boncuk akıyordu.
Cadı, Hayri'yi kapattığı
kafesin anahtarını cebinden hiç bırakmazdı. Ama o gün, biraz sonra kendi
kendisine çekeceği ziyafetten başka bir şeyi düşünecek halde değildi. Kendini
bu düşünceye iyiden iyiye kaptırmıştı. Bunun için anahtarı cebinden düşürdüğünü
farketmedi. Gözleri iyi görmemesine rağmen, belki de düşürdüğü yerde anahtarı
görebilirdi. Ama Jale ondan önce gördü ve anahtarı alıp önlüğünün cebine koydu.
İşte bu anahtar Hayri'nin
kurtuluşuna yardım etti. Jale'nin toplayıp getirdiği bütün odunları cadı fırına
koyup yaktı. Fırın nar gibi kızardı. Sonra Jale'yi çağırdı, fırının iyice kızıp
kızmadığını anlaması için başını içeri sokmasını istedi. Jale fırının ağzından
başının sığmayacağını söyleyince:
— Küçük sersem, fırının
ağzı ne kadar geniş görmüyor musun? dedi.
Jale cadıya:
— Yanılıyorsunuz,
baksanıza hiç te sizin söylediğiniz kadar geniş değil, dedi.
Öfkelenen cadı, bu kez
kendisi denemek için fırının ağzına yaklaştı, başını içeri soktu. Jale onu
birdenbire sertçe fırının içine itti ve alevlerin ortasına gönderdi. Cadı orada
birkaç dakika içinde yandı.
O sırada Jale'nin
sevincini görmeliydiniz! Anahtar elinde, Hayri'nin bulunduğu kafese doğru
koşuyor, bir yandan da bağırıyordu:
— Cadı öldü! Cadı öldü!
Kurtulduk artık!
Kafesin kapısını açtı,
kardeşini çıkardı. Sevinç içinde biribir-lerine sarıldılar. Hayri, kız
kardeşinin cesaret ve kurnazlığına hayran kaldı.
İki kardeş, elele
tutuştular. Evin bütün odalarını gezdiler. Her tarafta altın, yakut, inci ve
elmasla dolu koca koca sandıklar buldular.
— Bunlardan alıp evimize
götürelim, dedi Hayri.
Her ikisi de ceplerini
altın ve kıymetli taşlarla doldurdular. Şarkı söyleyerek, sevinç içinde yola
koyuldular. Ama tuttukları yolun nereye gittiğini bilmiyorlardı.
Bir süre yürüdüler;
önlerine bir ırmak çıktı. Hayri kız kardeşine:
— Bu ırmağı nasıl
geçeceğiz? Ne köprü var, ne kayık.
— Bak, dedi Jale. Şu bize
doğru gelen cici ördeği görüyor musun?
Bizi karşı kıyıya
geçirmesini istiyelim ondan. Bakın Jale şarkı söyleyerek ördeği nasıl çağırdı:
Ey benim cici ördeğim,
Senden yardım istiyeceğim. Uğraştık çalıştık, ırmağı geçemedik Görüyorsun çok
geç kaldık.
Ördek, Jale'nin şarkısını
duyunca, onlara yaklaştı İki kardeşi teker teker sırtına aldı, karşı kıyıya
geçirdi. Çocuklar yollarına devam ettiler, kısa bir zaman sonra da evlerine
kavuştular.
Zavallı oduncu
çocuklarını görünce çok sevindi. Hayri ile Jale'nin getirdiği altınları ve
kıymetli taşlan görünce, sevincinden zıp zıp zıplamaya ve çocuklar gibi
oynamaya başladı. Artık fakirlikten kurtulmuşlardı. O günden sonra,
hayatlarının sonuna kadar mutluluk içinde yaşadılar.
YAZAR
YORUMLAR