YÜKLENİYOR...

Üstün Dökmenin Yazıları

Günlük yaşamda karşınıza çıkan küçük olayları, kendinizi ve çevrenizi mutsuz edecek şekilde, "çok büyük ve kötü" olaylar olarak algılayabilirsiniz. Böyle bir gücünüz vardır.

Örneğin trafikte size haksız yere korna çalan birisini aracınızla izleyip, sıkıştırıp, kavga edip, karakollara,
hastanelere düşebilirsiniz. Bunu becermeye yetecek zihinsel ve bedensel gücünüz vardır.

Ama sizin aynı zamanda size haksız yere korna çalınmasını küçük, önemsiz bir şey olarak algılama ve
sıkıntıya girmeme gücünüz de vardır.

Ve dahası, sizin, çevrenizdeki bazı küçük şeyleri fark edip onlarda büyük lezzetler, büyük mutluluklar yakalama gücünüz de vardır. Örneğin bir yolculukta, yoldan, yolculuktan, teknolojiyle bütünleşiyor olmaktan* ötürü keyif duymaya gücünüz vardır. Yaşamınızdaki enstantaneleri yakalamaya gücünüz vardır. Eğer bunu gerçekleştirirseniz -bir önceki bölümde belirtildiği gibiyarına kalma ihtimaliniz artar. Eğer küçük şeylerde büyük mutsuzluklar yakalar, üzülür kavgalar ederseniz, ölme ihtimaliniz artar. Seçim size aittir.

Rezalet mi Nezaket mi; Felaket mi Zarafet mi?

Epiktetus'un da dediği ve bugün psikolojideki bazı yaklaşımlarda da vurgulandığı gibi, olaylar önemli
değildir, onları algılama şeklimiz önemlidir. Size korna çalınmasını, anında cezalandırılması gereken büyük bir kabalık olarak da algılayabilirsiniz, önemsiz bir ukalalık  olarak da algılayabilirsiniz.

Olaylar önemli değildir, onları algılama şeklimiz önemlidir.

Neyin önemli, neyin önemsiz olduğu, neyin kabalık, neyin kibarlık olduğu, üç boyutta değişir: Kişiden kişiye değişir, toplumdan topluma değişir, zaman içinde değişir.

Dünyada bazı kültürlerde misafire dil çıkarmak zarafet sayılıyormuş. Eskiden Macaristan'da ev sahipleri, nezaket gösterip "gece yatıya kal" anlamında misafirin at arabasının tekerlerini söktürürlermiş. Şimdi biz
misafirimize dil çıkarsak zarafet değil felaket olur.

Misafirimizin arabasının dört lastiğini çıkarıp arabayı takozlara oturtsak, nezaket değil rezalet olur.
İçinde yaşadığımız toplumun kültürüne, değerlerine uyup uymamakta kısmen özgürüz. Tamamen özgür değiliz.

Şehir parkında tüfekle kuş avlamaya veya çırılçıplak dolaşmaya karar verirsek ciddi problemler çıkar ortaya.

Bu konuda başınız emniyetle derde girdiğinde, "Bakın benim çıplak dolaşmam küçük bir olaydır; fazla
büyütmeyin"
demeniz, pek anlamlı değildir. Zamanı ve mevcut toplumsal değerleri hiçe saymak konusunda tamamen özgür değiliz. Ama bireysel boyutta, galiba büyük ölçüde özgürlük var.

Örnek: Çıplak dolaşamazsınız; ama sokakta yürürken elbisenizin lekeli olduğunu gördüğünüzde, bu olayı bir felaket olarak da algılayabilirsiniz, fazla büyütmeyebilirsiniz de.

Misafirinize dil çıkarıp çıkarmama konusunda tamamen özgür değilsiniz. Misafirlerinize sürekli dil çıkarıyorsanız, size gelen misafir sayısında, en azından azalma ortaya çıkar. Ama misafire sunduğunuz cevizli kekin içinden ceviz kabuğu çıktığında, günlerce üzülüp üzülmemekte, bu olayı fazlaca büyütüp büyütmemekte tamamen özgürünüz.

Yaşamınızda ortaya çıkan bazı aksilikleri büyük değil, küçük olarak algılamak, bazı güzellikleri ise büyük/önemli olarak algılamak mümkündür. Bu konuda kendinizi eğitebilirsiniz. Başlangıç olarak şunu
düşünebilirsiniz: Karşılaştığınız olayları "rezillik mi" yoksa "güzellik mi" olarak algılayacağınız; eğer
güzellikse ne büyüklükte bir güzellik olarak algılayacağınız öğrenilebilen bir şeydir. Ve sizin bunu
öğrenmeye gücünüz vardır. (Ve tabii öğrenmeye direnme konusunda da gücünüz vardır. Seçim size aittir.)